Çocukluğum...

Çocukluğumu istiyorum,
umudu ve her umudun da
yeni bir pişmanlığı doğurduğu
bir düş ülkesinde, henüz
yerle buluşmadan eriyen bir
kar tanesi düştü
gökyüzünden. Adını koydum
ama unuttum ve tadını
alamadan kaybettim.




Mevsimlerden kaktüs ve
günlerden köpek kulağıydı.
Saat biri birden geçiyor ve
gün yerini bir öncekine
bırakıyordu. Kirlenmemiş bir
sayfanın içinde mürekkebi
kurumuş bir dolma kalemin
bıraktığı banal bir izin fahiş
rahatsızlığı kemiriyordu
içimi, burnuma babaannemin
hiç yapmadığı etli sarmaların
kokusu gelirken.
Gözlerimi ovuşturdum.
Karanlık.
Allahım. Çok şey değil senden
istediğim. Sadece tam
ortasında “Thank you Mario!
But our princess is in another
castle yazan!” yazan otuz
yedi ekran bir Telefunken. Ve
mümkünse o ekranın
karşısında dört yaşındaki bir
çocuk olarak oturmak.

Babasını dünyanın en süper
adamı olarak gören bir çocuk
olarak oturmak. Afrika'yı
bilmeyen bir çocuk olarak
oturmak. Barış Abi'nin
çocuğu olarak oturmak. Zeki
Müren'i hiç bilmeyen ve hiç aşık olmamış ve
kalbinin çarpmasına tek
sebebi akranı olan henüz bakkaldan ona bisküvi alan bir kızdı,
Boliç ve Baliç'i kardeş sanıp,
kanının kırmızı olduğunu
bilerek son damlasına dek
sarı kırmızı akacağına
inanan, hiç kan görmemiş ve
mümkünse hiç görmeyecek
olan bir çocuk gibi, ve yine
mümkünse ölene dek, hiçbir
şey yapmadan, öylece
oturmak.
Biliyorum, dileğimi yerine
getirmeyeceksin. Ama sen
yine de bir düşün Allahım.
Gerçekten çok şey
istemiyorum senden.
Yalan söyledim.
Çok şey istiyorum senden...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bizki ustasıyız vatan sevmenin...O şimdi komando...

Irz düşümü